Bazı insanlar hayatımıza girer ve sanki eksik bir parçayı tamamlar gibi hissettirir. Kimileri ailemizdendir, kimileri dostlarımızdan… Kimi zaman bir sevgili olur, kimi zaman sadece bir cümlelik tanıdık. Ama zamanla öğreniriz ki gerçek bütünlük başkalarında değil, kendi içimizdedir.
Bir süre sonra fark ediyorsun: Kimsenin seni tamamlamasına gerek yokmuş. Çünkü sen hiçbir zaman eksik olmamışsın. Sadece sana bunu hissettiren dengeleri kuramamışsın.
Yıllarca dışarıdan bir onay, bir aidiyet, bir sevgi bekledik. Bir bakışta değer kazanmak, bir sözle varlığımızı hissetmek istedik. Ama o sevgi gelmediğinde, o değer gösterilmediğinde darmadağın olduk. Sanki birilerinin ilgisinde büyüyor, yokluğunda küçülüyorduk.
Meğer mesele bu değilmiş. Mesele, kimseyle çoğalmadan, kimseyle azalmamakmış.
Artık biri beni övünce büyümüyorum, Yermek isteyince küçülmüyorum. Varsa yanımda, ne güzel… Ama yoksa da eksilmiyorum.
Ailemde, arkadaşlıkta, ilişkilerde… Şunu öğrendim: Gerçek bağlar eksik hissettirmez. Seni daha çok “sen” yapar. Ama seni sen olmaktan alıkoyuyorsa, ne kadar yakın olursa olsun uzak sayılır.
Kendine yetmeyi öğrenince insanlar hayatına “tamamlamak için” değil, paylaşmak için gelir. Ve sen onları “muhtaç” bir yerden değil, “özgür” bir yerden seversin. Ne sırtına yük olurlar, ne de boşluğuna yama. Sadece yanındadırlar. Hepsi bu. Ne eksiltir, ne taşır.
Bugün kendime şöyle diyorum: Artık kimseyle çoğalmıyorum. Ama kimseyle de azalmıyorum. Kendi merkezimdeyim. Ve burası hiç bu kadar huzurlu olmamıştı.
