Bir kadının kendini bulma yolculuğuna notlar…
Yıllarca bir arayış içindeyiz.
Daha iyi bir ben, daha güzel bir hayat, daha doğru bir seçim…
Sanki “olmak” bir varış noktasıymış gibi, hep bir sonraya erteliyoruz kendimizi.
“Biraz daha güçlü olmalıyım, biraz daha sabırlı, biraz daha az kırılgan.”
Ama sonra anlıyoruz…
Olmak, dışarıda bir şeyleri tamamlamak değilmiş.
Olmak, aslında içimizde olanı hatırlamakmış.
İnsanın en uzun yolculuğu, kendine olanı.
O yol bazen dipsiz bir boşluk gibi gelir, bazen durup dururken ağladığın bir gece.
Bazen aynada kendine bile yabancılaştığın bir sabah.
Ama ne olursa olsun, o yolun sonunda bir an gelir:
Durursun. Ve dersin ki: “Buldum. Buydu aradığım.”
“Olduğun hâliyle olmak” kolay değildir.
Kendini sevmek, eksik yönlerine de şefkatle bakmak cesaret ister.
Güçlü görünmeye çalışmadan, her şeye yetişmeden de değerli olduğunu fark etmek ister.
Ama bir gün gelir…
Anlından öpersin içindeki o küçük, yorulmuş kızı ve fısıldarsın:
“Aferin… Çok güçlü bir ruhun var. Sen özelsin. Her şeyinle.”
Ve işte o gün…
Artık başkalarının gözleriyle değil, kendi kalbinle bakarsın kendine.
Yaralarını görür, ama onları sevgiyle sararsın.
Kendini suçlamadan, yargılamadan, olduğun gibi kalırsın.
Ve tam da o an, “olmak” kelimesi gerçeğe dönüşür.
Çünkü artık eksik olan hiçbir şey yoktur.
Sen, kendinle tamamsındır.
Ve bu dünya için en büyük hediyen,
Kendin olmandır.
